Dr. Ethemcan Turhan :  Türkiye, yapıcı iklim politikaları benimsemeli

Fosil yakıtlardan çıkış konusunda önemli kararlar alınması beklenen COP 28, ev sahibi Birleşik Arap Emirliklerinin ticari çıkarlarına dair soru işaretlerinin gölgesinde gerçekleşiyor. Türkiye ise iklim değişikliğinin temel sebebi olan fosil yakıtların azaltılmasına karşı çıkarken, Kayıp ve Zarar Fonundan pay talep ediyor. 

30 Kasım Perşembe günü, Birleşik Arap Emirlikleri’nde (BAE) başlayan ve 12 Aralık’a kadar devam edecek olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 28 veya 28. Taraflar Konferansı), uzun süredir gündemde olan Kayıp ve Zarar Fonu’nun kurulması ile başladı.

Gündemde, Küresel Durum Değerlendirmesi Raporu, Küresel Uyum Hedefi, Gıda Sistemleri Deklarasyonu gibi farklı maddeler bulunsa da, devam eden müzakerelerin kalbinde, fosil yakıtlardan çıkış ifadesinin anlaşma metninde yer alıp almayacağı bulunuyor.

Türkiye delegasyonu ise, fosil yakıtların azaltılmasına yönelik çağrılara karşı çıkmanın yanı sıra, yenilenebilir enerji kurulu gücünü üç kat artırmaya yönelik taahhüde imza atmadığı ve Kayıp ve Zarar Fonu’ndan pay talep ettiği için de eleştiriliyor.

COP 28de yaşanan önemli gelişmelerle ilgili Groningen Üniversitesinden Dr. Ethemcan Turhan’ın değerlendirmelerini aşağıda paylaşıyoruz:

BAE’nin ticari çıkarları, iklim krizinin önüne geçti

Her sene farklı bir bölgede gerçekleşen COP, bu sene Asya kıtasında ve BAE’ye denk geldi. Bunun şöyle bir yan etkisi var:  BAE, çok ciddi miktarda doğalgaz ve petrol üreten bir ülke; Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) üyesi. Bu yüzden de en başından beri COP 28 organizasyonunun içine çıkar ilişkileri girmiş oldu. Henüz zirve başlamadan, siyaseten tamamen tarafsız olması gereken COP 28 Başkanı Dr. Sultan Al Jaber’in gerçekleştirdiği temaslar için hazırlanan konuşma notlarında, bazı ticari ilişkilerin de bulunduğunu gördük. Bu durum, özellikle sivil toplumun ve pek çok ülke delegasyonunun tepkisini çekti.

Bu zirvede karar alabilmek için, organizasyonel ve yapısal olarak, BAE’nin önemli bir sorumluluğu vardı. Bu sorumluluğu yeterince ve doğru olarak yerine getirdiklerini düşünmüyorum. Bunun arkasında da tabii ki ticari çıkarlar, jeopolitik ittifaklar ve BAE’nin küresel fosil yakıt piyasalarındaki yeri var.

Teknik müzakereler sınırda, siyasi irade gerekli

Tüm bunlar nedeniyle, COP 28’in harika bir şekilde başladığını söylemek mümkün değil.

Öte yandan bu, belli başlı kararların alınması gereken bir COP. Bunlar arasında Küresel Uyum Hedefi var; pratikte tam olarak nasıl uygulanacağını bilmediğimiz Kayıp ve Zararlar Fonu var. Ayrıca fosil yakıtların zaman içinde ortadan kaldırılması için bir tarih belirleme hedefi var – ki buna henüz ulaşılmış değil, müzakereler devam ediyor. Türkiye maalesef bu fosil yakıtlardan çıkış koalisyonuna katılmayı düşünmüyor. Ama benim anladığım o ki, teknik müzakereler zaten sınırına ulaşmış durumda. Asıl kararın, siyasi irade ortaya konarak verilmesi gerekiyor. Önümüzdeki hafta bakanlar, COP 28’e geldiğinde, bazı somut siyasi kararların verilmesi gerekecek. Henüz buna dair bir ışık görmüyoruz.

Ankara, tüm tuşlara basarak enerji politikalarını savunmaya çalışıyor

Türkiye’nin COP 28’in başlangıcından bu yana gösterdiği duruşu tutarsız bulanlar olabilir. Ben tutarsız bulmuyorum çünkü Türkiye’nin hiçbir zaman bu konularda net bir hedefi olmadı; iklim müzakerelerine ‘bol laf, az iş’ düsturuyla devam ediyor.

Türkiye uzun yıllar boyunca iklim müzakerelerinde görünmez olmayı tercih etmişti. Kendi ulusal çıkarları, şartları dışında pek bir konuda yorum yapmıyordu. Bu durum, özellikle Paris Anlaşması ile birlikte aşıldı ve iklim müzakerelerinde Türkiye’nin sesi daha fazla duyulur oldu. Ama maalesef bu, uzlaşıya veya kararlara katkı koyacak şekilde olmadı. Türkiye iklim zirvesinde daha ziyade, kendi özel şartlarını – ki artık özel şartlara dayandıramadığı pek çok politikası da var- ve ulusal enerji politikasını savunmak adına konuşur hale geldi. Şu anda gördüğümüz şey de bu. Halbuki özellikle uyum alanında Türkiye liderlik gösterebilir.

Türkiye ‘siyasetsizlik siyaseti’ güdüyor

Türkiye’nin İklim Zirvesi’nde muhalefet ettiği konulara bakarsak, tüm dünyanın yapıcı bir şekilde üzerinde uzlaşması gereken limitlerin hiçbirine önem atfetmiyor gibi görünüyor: Kömürden çıkış konusunda kesinlikle taviz vermiyor, doğalgaz ise konu bile edilmiyor.

Burada yaşadığımız asıl sorun şu: Türkiye bir siyasetsizlik siyaseti gütmeye devam ediyor. Bunu da uluslararası bir uzlaşıya katkı sunmak değil, orada kendini göstermek şeklinde yapıyor. Bunun faydalı bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Türkiye, uluslararası iklim rejiminden kendini uzun süre izole etmişti. Şimdi rejimin içinde daha aktif bir şekilde rol almak istiyor, daha fazla ses çıkarıyor. COP 28’e en büyük yedinci delegasyonu göndermiş; neredeyse Çin delegasyonu büyüklüğünde. Şu an 1,045 kişi Abu Dabi’de kayıtlı. Ama yapıcı olarak ne var derseniz, bir şey göremiyorum.

Siyasi irade henüz oluşmadı

Mesele yine dönüp dolaşıp siyasi iradeye geliyor. Burada Türkiye’nin teknik bir problemi olduğunu düşünmüyorum. Daha geçtiğimiz günlerde İstanbul Politikalar Merkezi’nin açıkladığı Türkiye’nin Karbonsuzlaşma Yol Haritası raporunun da gösterdiği gibi, karbonsuzlaşma için Türkiye’nin teknik imkanları var. Ancak Türkiye’de, iklim politikası anlamında, bir siyasi irade eksikliği var.

İklim, iktisadi getir-götür meselesi olarak görülmemeli

Türkiye’nin iklim rejiminde uzun yıllar boyunca özel koşullarını savunmasının arkasında yatan neden, sera gazı emisyonlarını azaltım politikalarının, ekonomisini olumsuz yönde etkileyebilecek olma ihtimaliydi.

Dönüp dolaşıp şurada takıldığımızı düşünüyorum: Türkiye, iklim değişikliği meselesini sadece ve sadece iktisadi bir getir-götür meselesi olarak ele aldığı sürece, ne kendi halkı için ne de dünyanın geri kalanı için olumlu bir iklim siyaseti belirleyemeyecek. Bunun temel sebebi şu: İklim değişikliği, ekonomik yapıyla olduğu kadar, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizle de alakalı. Türkiye bu işi ‘ancak para alırsak adım atarız’a indirgediğinde, bazı nüanslar ortadan kayboluyor.

Kayıp ve Zarar Fonu’ndan pay istemek Türkiye’ye haksızlık

Kayıp ve Zarar Fonu’nda yaşanan da benzer bir tartışma. Kayıp ve Zarar Fonu, iklim değişikliği nedeniyle meydana gelen zarar ve kayıpların tazmini için, iklim krizine sebep olan ilk ve öncelikli ülkelerin bu borcu ödemesi fikrinden yola çıkarak kuruldu. Bundan faydalanması gereken ülkeler, ilk ve öncelikli olarak, iklim değişikliğinden zarar gören ancak iklim değişikliğinde sorumluluğu veya mücadele konusunda imkanı olmayan ülkeler.

Türkiye ise bir taraftan kendini Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ve G-20 üyesi olan ileri bir ekonomi olarak konumlandırırken, öbür taraftan da en kırılgan, küçük ve yoksul ülkelerin erişebileceği bir pastadan pay almaya çalışıyor. Bunun Türkiye’ye de haksızlık olduğunu düşünüyorum. Buna ihtiyacı olmadığı gibi, daha önce Yeşil İklim Fonu’na yaptığını şimdi de Kayıp ve Zarar Fonu’na yapması, yapıcı bir iklim siyaseti doğurmayacaktır.

Bu yüzden Türkiye’nin buralardaki pozisyonunu netleştirmesi gerekiyor. Özellikle ciddi bir azaltım taahhüdü yapması ve iklim değişikliğine uyum bağlamında ne tip desteklere erişebileceğini tartışması gerekiyor. Şu anda Türkiye’nin Kayıp ve Zarar Fonu’na erişmeye çalışması veya bu alanda herhangi bir adıma taş koyması, çok yanlış olacaktır.

Dr. Ethemcan Turhan, Groningen Üniversitesi (Hollanda) Mekansal Planlama ve Çevre Bölümü’nde çevresel planlama alanında öğretim üyesidir. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden çevre mühendisliği alanında lisans, Barselona Otonom Üniversitesi Çevre Bilimi ve Teknolojisi Enstitüsü’nden çevre çalışmaları alanında yüksek lisans ve doktora derecelerine sahiptir.

Daha önce Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde iklim değişikliği üzerine Mercator-IPC araştırmacısı olarak ve  KTH’de (Kraliyet Teknoloji Enstitüsü, İsveç) doktora sonrası araştırmacı olarak çalışmıştır.

İsyanın ve Umudun Dip Dalgası: Günümüz Türkiye’sinden Politik Ekoloji Tartışmaları (Tekin Yayınlari, 2016), İklim Adaleti Mücadelesi İçin 10 Durak (Ekoloji Kolektifi, 2017), Transforming Socio-Natures in Turkey: Landscapes, State and Environmental Movements (Routledge, 2019) ve Urban Movements and Climate Change: Loss, Damage and Radical Adaptation (Amsterdam University Press, 2023) adlı kitapların eş-editörlüğünü ve yazarlığını yapmıştır.

/*

Son Haberler

Bize Ulaşın
Hoşgeldiniz. Nasıl Yardımcı Olabilirim ?
NonameFX
Merhaba,
Size Noname Web Sayfasından Ulaşıyorum.